İSLAM’A GÖRE UĞURSUZLUK NEDİR?

17 Ağustos 2025 293

İSLAM’A GÖRE UĞURSUZLUK NEDİR?

Sözlükte Uğursuzluk:

Sözlük Manası: İnsana kötülük getiren, bir kötülük olacağının belirtilerini taşıyan durum, obje, olgu, işlerin ters gitmesi hâli. (Kubbealtı Lügati) Bazı olaylarda görülen ve insana kötülük getirdiğine inanılan belirti veya bazı nesnelerde var olduğuna inanılan güç; kademsizlik, meymenetsizlik, nuhuset, şeamet, şomluk. (Türk Dil Kurumu Sözlük)

Sözlükte “İşlerin ters gitmesine sebep olduğu zannedilen nesne, olay, fiil ve durumlar sonucu ortaya çıkan olumsuzluk, kötülük, terslik, aksilik” anlamlarına gelen uğursuzluk kelimesi “o şeyi gören veya işiten kişinin hoşlanmayıp reddettiği kerih şey” demektir. Uğur ise insana mutluluk, iyilik ve şans getireceğine inanılan durumdur.[1] Uğursuzluk insan, hayvan ve diğer bazı varlıkların hareket, ses ve davranışlarını olumsuzluk olarak algılamak ve o şey yüzünden kötülük geleceğine inanmaktır. Mesela; baykuşun bir yere konması oraya kötülük getireceği şeklinde inanılması gibi.

Uğursuzluğun tam olarak ne olduğunu belirlemek, anlam çerçevesini net olarak ortaya koymak, tamamen sınırlarını belirlemek, efradını cami- eğyarına mâni’[2] tarifini yapmanın zorluğu uğursuzluk denilen olgunun oldukça göreceli bir yapıya sahip olmasından dolayıdır. Kişilerin olaylara, olgulara bakış açısına göre, anlayışına, algısına göre uğursuzluk değişkenlik gösteriyor. Bu durum toplumların uğursuzluk algısındaki göreceliğe işaret eder. Ayrıca birbiriyle karıştırılan kavramların içiçe geçmesi, birini diğerinin yerine -yanlış- kullanılması, göreceli, iki ucu açık ve anlam alanı geniş kapsamlı bir “uğursuzluk” anlayışına sebep olmaktadır. Bereketsizlik, hayırsızlık, bela ve musibetler, dünya hayatının imtihanları, şer- kötülükler, nasipsizlik, her türlü olumsuz durum, aksilik, işlerin ters gitmesi, kısmetsizlik gibi birbirinden farklı anlamı olan pek çok kavramın da “uğursuzluk” olarak algılanması buna örnektir.

Batıl inançlar kapsamında görülen uğursuzluk kavramı insanların, hatta bazı durumlarda bütün varlıkların başına felâket/ kötülük getirdiğine inanılan birtakım olguları, olayları ve işaretleri ifade eder. İnsanlar başlarına gelen her türlü bereketsizliği, nasipsizliği, işlerin ters gitmesini, her çeşit olumsuz, aksi ve ters durumu “bir çeşit uğursuzluk” olarak görmeye, yorumlamaya meyillidirler. Hoşlanılmayan her durum için bir çeşit uğursuzluk olarak kabul edilme algısı, yanılgısı toplumlarda çokça görülen bir durumdur. Bunun pek çok psiko-sosyal sebebi olabileceği gibi aslında uğursuzluğun tam olarak ne manaya geldiğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca doğru dini bilgilerin eksikliği ve yanlış anlaşılması da böyle batıl anlayışların Müslüman toplumlarda yayılmasında rol oynamaktadır. Uğursuzluğun tarihi eski devirlere kadar gitmekle birlikte bilinen ilk örnekleri yazının icadından sonra mevcut belgelere göre eski Mezopotamya’daki astronomi olayları ile ilgilidir. Örneğin gökteki ayın hareketlerinden dolayı meydana gelen gök olayları sebebiyle bazı günlere uğur ve uğursuzluk atfedilmiştir.[3]

Ülkemizde baykuşun kötülüğe alamet sayılması, horozun vakitsiz ötüşünün kötüye yorumlanması, karga ötüşüyle bela geleceği inancı, kara kedinin insanın önünden geçmesinin uğursuz sayılması, makas veya bıçağı elden ele almanın uğursuz sayılması, kişinin üzerindeki bir kıyafeti iğneyle dikerken ağza çöp alınması gerektiği, böyle yapmazsa o kişinin aklının dikileceği düşüncesi gibi pek çok uğursuz sayma âdeti vardır. Bu örnekler gösteriyor ki zaman ve mekân değişse de insanların kültürel etkileşiminin de etkisiyle uğursuz saydığı pek çok şey aynıdır. Örneğin cahiliye dönemi Araplarında olduğu gibi günümüzde de baykuş uğursuz kabul edilmektedir. Ayrıca ‘Milli Piyango’ya “talih kuşu” denmesi de eski toplumlardaki kuşlarla kehanette bulunmanın günümüze yansıması şeklinde değerlendirilebilir.[4]

İslam’a Göre Uğursuzluk

Muteber İslam kaynaklarında ehli sünnet ulema “uğursuzluk, uğursuz olmak, uğursuzluk getirmek” tabirleriyle “uğursuz saymak, uğursuz olarak algılamak, uğursuzluk olarak yorumlamak- kabul etmek” tabirleri arasındaki ilişkileri şöyle açıklamışlardır: “Uğursuzluk” demek, bir şeyi kerih görmektir. Cahiliye Arapları uğursuzluğu hayırlara mâni olarak görürlerdi, İslam böyle bir şey olmadığını bildirmiştir. Uğursuzlukta sûizan[5] vardır, ümidi kesmek ve bela- musibetin başa gelmesini beklemek vardır.”[6] İmam Kurtubi (v. 656, rahimehullah): Uğursuzluk; insanın bir söz duyması veya bir şey görmesi sonucunda yapmak istediği şeyin meydana gelmeyeceğinden korkmasıdır, der (el-Müfhim lima Eşkele min Telhısi Kitabi Müslim, c. 5, s. 626). İbni Hacer el-Askalani Fethu’l-Bari isimli muhteşem eserinde hem uğursuzluk hakkında hem de hayra yormak manasındaki fal hakkında özel bölüm/ bab açmıştır, orada şöyle diyor:” el-Halimi şöyle dedi: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hayra yormak manasındaki faldan hoşlanırdı, çünkü uğursuzluk haklı bir gerekçe olmadan Allah Teala’ya sûizanda bulunmaktır. Hayra yormak manasındaki fal ise Allah Teala’ ya hüsn-üzanda[7] bulunmaktır ve Müslümanlar daima Allah Teala’ya hüsn-üzan etmekle emrolunmuştur.”[8]

İmam Karafi (v. 684, rahimehullah) Envaru’l-Buruk fi Envai’l-Furûk (el-Furûk) isimli meşhur eserinde şöyle der: “Tetayyur (التَطَيُّر ‌)= Uğursuzlanmak/ uğursuz olarak algılamak; kalpte meydana gelen bir suizandır. Tıyere (الطِيَرَة)= uğursuzluk ise kalpte meydana gelen bu sûizanna göre hareket ederek bir işi/ eylemi yapmak veya vazgeçmektir. İkisi de haramdır, zira bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) güzel falı yani hayra yormayı severdi ve uğursuzluğu kerih/ çirkin görürdü. (İbni Mace, Tıp, hadis 3539) Ayrıca uğursuzluk algısı Allah Teala’ya sûizanda bulunmaktır. Bir şeyi uğursuz olarak gören kişi eğer o uğursuzluk meydana gelecekmiş gibi hareket ederse o uğursuzluğun başına gelmesinden -neredeyse- kurtulamaz. Ama o uğursuzluğu kabul etmeyen başka birisine o (başkasının uğursuz olarak kabul ettiği) şeyden hiçbir sıkıntı isabet etmez. Uğursuzluğa inanan birisi bir alime şöyle bir soru sordu: “Hocam, uğursuz olarak kabul ettiğim her şeyin mutlaka zararını gördüm ama aynı olay başkasının başına geliyor ama hiçbir zarar görmüyor! Bu durumun niçin böyle olduğunu bir türlü çözemedim, şeriatta böyle bir şeyin aslı var mıdır? O alim cevap olarak şöyle dedi: “Evet, bu meselenin aslı Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bize bildirdiği şu hadis-i kutsidir: ‘Ben, kulumun benim hakkımdaki zannı nasılsa öyleyim (Kulumun benim hakkındaki düşüncesine önem ve öncelik veririm), o halde beni dilediği gibi zannedebilir/ zannetsin.’[9] Bu hadis-i kutsinin başka rivayetlerinde şöyle bir ilave vardır: “Öyleyse kulum benim hakkımda hayır düşünsün/ bana hüsn-üzan etsin.” (Soruyu soran) Kardeşim, sen uğursuz kabul ettiğin şeylerden dolayı Allah Teala’nın sana sıkıntı vereceği gibi yanlış bir zanna kapılıyorsun ve böylece Allah Teala’ya sûizanda bulunuyorsun. Allah da bu sûizannından dolayı uğursuz kabul ettiğin şeylerden beklediğin sıkıntıların başına gelmesiyle mukabelede bulunuyor (yani kendi yanlış algın ve düşüncenden dolayı başına kendin dert alıyorsun). Seninle aynı durumdaki başka birisi ise uğursuzluğa inanmadığı için Allah Teala’ya sûizanda bulunmuyor ve başına bir sıkıntı geleceğini düşünmüyor. Allah Teala o kişiye de ona göre muamele ediyor ve başına herhangi bir sıkıntı gelmiyor. Bu konu çok önemli olduğu için biraz daha izah edilmesi, açıklanması gerekiyor…”[10] Buranın açıklamasını bu kitap üzerine yazılan Tehzibu’l-Furûk ve’l-Kavaidu’s-Seniyye fi’l-Esrari’l-Fıkhıyye kitabından özetle nakledelim: İnsanoğlu hayatında birtakım durumlarla karşılaşır, bu durumlarda kalbinde bir sûizan oluşur ve bundan dolayı da bir korku meydana gelir; bu şekilde korku oluşturan durumlar dört türlüdür;

1- Âdetullah/ Allah’ın evrene koyduğu değişmez nizam, düzen ve kanunlar gereğince insanın zarar görmesi kesin olan durumlar; yırtıcı hayvanlarla savunmasız olarak karşılaşmak, öldürücü zehirlerle karşı karşıya gelmek gibi durumlar. Bu durumlarda eşyanın tabiatı gereği haklı bir gerekçe olduğu için insanın başına bir bela, kötülük gelmesinden korkması gayet normaldir, korkması haram, günah değildir. Çünkü âdetullah bir şeyin ne olduğu hakkında bir bilgi verirse o şeyi öyle kabul etmek gerekir. Yırtıcı hayvanlardan sakınmak gerekir, deniyorsa öyle davranmak icap eder.

2- Âdetullah/ Allah’ın evrene koyduğu değişmez nizam, düzen ve kanunlar gereğince meydana gelmesi -kesin değil de- çoğunlukla, genellikle olan durumlar; ishal yapan ilaçların ishale sebep olması, kabızlık yapan ilaçların kabızlığa sebep olması gibi. Bu tür ilaçları bu şekilde kabul etmeli ve kullanıldığında sonuç almak çoğunlukla gerçekleşse bile bunların bu özelliklerde olduğu gerçeğine göre hareket etmelidir ki, bunlara böyle muamele etmek en doğru olan davranıştır. Yani ishal ilacı içen birisinin ishal olma ihtimali çok yüksektir, bazı nadir durumlarda belki ishal olmayabilir, bunu böylece kabul etmek ve ona göre davranmak gerekir. Bu kısım da hüküm olarak 1. kısım gibidir ki, kabızlık yapan bir ilacı gereksiz yere içmenin epey sıkıntıya yol açacağından korkmak, sakınmak normal bir durumdur.

3- Âdetullah/ Allah’ın evrenekoyduğu değişmez nizam, düzen ve kanunlar gereğince kendisinden asla zarar meydana gelmeyen durumlar; baykuşun bir yere konmasından dolayı oraya bir kötülük geleceğinden korkmak gibi. Haklı bir sebep ve geçerli bir gerekçe olmadığı için böyle bir durumdan yersiz bir korkuya kapılmak haramdır. Bu gibi şeyler uğursuzluğa inanan cahil halkın hezeyanlarındandır çünkü bu, Allah Teala’ya gereksiz yere, boşu boşuna sûizanda bulunmaktır.

4- Âdetullah/ Allah’ın evrene koyduğu değişmez nizam, düzen ve kanunlar gereğince kendisinden zarar gelip gelmeyeceği belli olmayan durumlardır ki, bunlardan zarar geledebilir, gelmeyedebilir, iki ihtimalde eşittir. Uyuz gibi bulaşıcı bir hastalığın tokalaşma, sarılma gibi kısa süreli temaslar sonucu bulaşma ihtimâli gibi. Bu gibi durumlarda uğursuzluğa düşmemek için zararın meydana gelmesinden korkmayı terk etmek (zarar gelecek diye korkuya, paniğe kapılmamak) daha doğru bir davranıştır.[11] Zira uyuz hastasına hiç temas etmemek ve aynı ortamda bulunmamak en doğru davranıştır. Oldu ki bilmeden, anlamadan uyuz hastasıyla tokalaşıldı o zaman “eyvah! uyuz hastalığı bulaşacak” diye hemen paniğe kapılmamak, evhamlanmamak en doğru davranıştır. Çünkü bu durumda bulaşma ihtimali düşüktür.

Ehli sünnet ulemanın uğursuzluk hakkındaki beyanlarını bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki, iki katlı bir ev var ve her katta bir aile oturuyor ve binaya bir baykuş konuyor. Alt katta oturan kişi baykuşu uğursuz olarak kabul eden birisidir ama üst katta oturanın böyle batıl ve hurafe bir anlayışı yoktur. Baykuşu uğursuz sayana göre o baykuşun binalarına konmasından dolayı başlarına kötü bir şey gelecektir çünkü uğursuzluk demek böyle bir şeyi gerektirir ama İslam itikadına göre baykuş yaratılmış bir canlı olarak böyle bir şeye asla güç yetiremez, baykuş ne iyilik getirir ne de kötülük! Onun yaratılış gayesinin uğursuzlukla herhangi bir alakası yoktur. Kâinatta olan biten her şey sadece Yüce Allah’ın takdiri ve izniyle gerçekleşir, her şey yalnızca onun kudretiyle meydana gelir. Öyleyse baykuşu uğursuz kabul eden kişiye göre baykuşun hayra veya şerre herhangi etkisi olmadığı için baykuştan dolayı başına geleceğini düşündüğü kötülük gerçekte Allah’ın takdiri ve izniyle olacaktır, bunun başka hiçbir izahı yoktur. Öyleyse bu durum “Baykuştan dolayı Allah Teala başımıza kötülük verecek, başımıza bela, musibet gelecek” manasına gelmektedir. Yani, baykuş kimin evine konduysa Allah o evdekilere bela, musibet ve kötülük verecektir. Bu ise kelimenin tam anlamıyla “Yüce Allah’a sûizan yapmak” olduğu için çok yanlış bir davranıştır, Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bildirdiği gibi çok sakıncalı bir tavırdır. Zira Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “الطِيَرَةُ ‌عَلَى ‌مَنْ تَطَيَّرَ”

Uğursuzluk-tan dolayı başına bir kötülük geleceğini zanneden kişi- ancak (bu suizanının) günahını/ vebalini üstlenmiş olur.”[12] İmam İbni Abdi’l-Berr (rahimehullah) bu hadisin izahında şöyle diyor: “Bu hadis-i şerifin manası şöyledir: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) uğursuzluğu yasakladığı halde hala uğursuzluğa inanan birisi bundan dolayı günaha girmiş olur, bunun yegâne sebebi de tevekkülü terk ederek suizanna kapılması ve kendi yanlış anlayışıdır. Çünkü gerçekten uğursuzluk diye bir şey zaten yoktur.”[13] Onun için Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatın her alanında ve her durum için uğursuzluğu değil de uğursuzluğun zıddı olan “hayra yormayı” tercih eder, hayra yormayı uygular ve bizlere de öyle salık verirdi ve şöyle buyururdu “En güzeli işleri hayra yormaktır, uğursuzluk bir Müslümanı yapmak istediği bir işten alıkoymasın, sizden biriniz hoşlanmadığı bir durumla karşılaşırsa şöyle dua etsin: Allahım! Bütün iyilikler ancak sendendir ve bütün kötülüklerden sadece sen korursun, la havle ve la kuvvete illa bike.”[14]

اللَّهُمَّ ‌لَا ‌يَأْتِي ‌بِالْحَسَنَاتِ ‌إِلَّا أَنْتَ ‌وَلَا ‌يَدْفَعُ ‌السَّيِّئَاتِ ‌إِلَّا ‌أَنْتَ ‌وَلَا ‌حَوْلَ ‌وَلَا ‌قُوَّةَ ‌إِلَّا ‌بِكَ

[1] – İlyas Çelebi, “Uğursuzluk” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. c. 42: s.51, Ankara: TDV Yayınları, 2012.

[2] – Efradını Cami- Ağyarına Mâni: Ne bir eksik ne bir fazla; bir konuyla ilgili gerekli olan her şeyi kapsamak ve gereksiz kısımları tarif dışında bırakmaktır.

 

[3]– Kürşat Demirci, “Uğursuzluk, Dinler Tarihi” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. c. 42: s.52-53, Ankara: TDV Yayınları, 2012.

[4] – Uğursuzluğun Psiko-Sosyal Sebepleri ve Kur’an’da Uğursuzluk Olgusu, s. 278.

[5] – Sûizan: Kötü zanna kapılmak, fena tahmin, kesin hüküm veya bilgi bulunmayan bir şeyi kötülüğe yorumlamak, olumsuz- negatif yönden bakmaktır. Karşıtı: hüsn-üzan

[6] – Tefsiru Garibi ma Fi’s- Sahiheyni el-Buhari ve Müslim, Ebu Nasr El-Humeydi, s. 306

[7] – (ﺣﺴﻦ ﻇﻦّ) Arapça ḥusn “güzellik” ve ẓann ile ḥüsn-ü ẓann: Bir kimse hakkında iyi ve güzel kanaat besleme, iyi fikir besleme, hakkında olumlu düşünme. Karşıtı: sûizan

[8] – Fethu’l- Bari (Riyad: Daru’s-Selam, 1421), c. 10, s. 265.

[9] – Zühd ve Rekaik, İbni Mübarek, hadis 909; Müsnedi Ahmed (Müessesetu’r-Risale, 1421), hadis 16016 ve 16979; Hüsnü’z-Zanni Billahi, İbni Ebi’d-Dünya, hadis 2.

[10] – Envaru’l-Buruk fi Envai’l- Furûk (el-Furûk), EbulAbbas el-Karafi (Beyrut: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 2009), c. 4, s. 403.

[11] – Tehzibu’l-Furuk ve’l- Kavaidu’s-Seniyye fi’l-Esrari’l-Fıkhıyye,Muhammed Ali b. Hüseyin el-Mekki el-Maliki (el-Furuk’la beraber basılmıştır, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l- İlmiyye, 2009), c. 4, s. 403- 405.)

[12] – Şerhu Müşkili’l-Âsâr, c. 6, s. 98, hadis 2323; et-Tahricu’s-Sagir ve’t-Tahbiru’l-Kebir, İbni AbdilHadi el-Hanbeli, hadis 597.

[13] – et-Temhid, İbni Abdi’l-Berr, c. 6, s. 431; el-Mesalik fi Şerhi Muvatta Malik, İbni’l-Arabi, c. 7, s. 546;

[14]– Ebu Davud, Tıp, hadis 3919; Beyhaki, el-Adâb, hadis 345.

Yorum Alanı